DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİRİZ. DÜNYANIN KİRLERİNİ TEMİZLEMEK İÇİN, TÜM SÜPÜRGELER BİRLEŞİN... süpürge temizlenmek ve temizlemek isteyen tüm alınteri sahiplerine açıktır.gündem işçi,sendika ve sınıf siyasetidir.varoluşumuzun birlikteliğimizde olduğu bilinciyle,süpürgemizi en pürüssüz temizlik için büyütmeliyiz.tüm işçi sınıfı ve sektörlerin yer alacağı ama temelde çağrı merkezi sömürüsü ve kirlerini temizlik listesinin başına koymuş bulunmaktayız. kolay gelsin.

26 Kasım 2008 Çarşamba

haymarket okuyun

Haymarket

Haymarket
Bazı romanlar, bir tarihsel kesitin toplumsal yansımalarını belirli yönleri ile edebiyata tercüme ederler.Steinbeck’in Gazap Üzümleri romanı böyledir. Emperyalist kapitalizmin ‘29’lardaki büyük krizi ile birlikte topraksızlaşan devasa köylü kitlelerinin korkunç yaşam koşullarını, bu koşullar içerisinde gelişen dayanışma ve dostluklarını, ayakta kalma irade ve dayanma güçlerini … son derece içerden, okuru da içine alan lirik bir dille resmeder. Tasvirleri sadece sinematografik bir canlılık taşımaz. Edebiyatın o büyülü dili yazarın hümanizmasından beslenen sarsıcı bir duyarlılık kazanır. Bu tür romanlar bir yönü ile tarihi birer belgedirler. Fakat o tarihsel kesiti tamamlayan diğer parçaları (siyasal arayışlar, bu arayışların ortaya çıkardığı aktörler, mücadele dili ve yöntemleri, …vs.) bir bütünlük içerisinde sentezleyemedikleri için onlara tarihi roman demek doğru olmaz.

Tarihi roman kategorisine giren romanlar ise konu edindikleri tarihsel kesitin belli başlı özelliklerini, o kesitte yaşanan toplumsal değişim ve farklılaşmaları, bunu oluşturan dinamikleri, o koşulların ortaya çıkardığı insanı (sınıfsal özellikleri ile birlikte) ve özelde de koşulları değiştirmek için mücadele yürüten özneleşmiş insanın karakteristik özelliklerini de içerecek bir bütünlük içerisinde sunarlar size. İlya Ehrenburg’un II. Emperyalist Paylaşım Savaşıöncesi-savaş ve sonrasını içeren nehir romanı bu kapsamdadır.

Kimi romanlar ise roman kurgusu içerisinde serimlenen birer belgeseldirler. Martin Duberman’ın Haymarket- 1 Mayıs’ın Romanı isimli eseri de böyledir. Adına 1 Mayıs’ın Romanı dense de bu eser aslında 1800’lerin sonunda ABD’de sermayenin hızla merkezileşmesi ile genişleyen kapitalist üretim ve oluşan işçi sınıfının çarpıcı bir tablosunu sunar. İşçi sınıfının siyasal arayışlarının, ilk mücadele deneyimlerinin karakteristik özellikleri ile sermayenin Avrupa işçi sınıfı hareketinden (1831-1848 ve Paris Komünü… deneyimleri) çıkardığı deneyimlerle tüm vahşetini kuşandığı saldırganlığı resmeden geniş bir arka plan üzerinden yükselir. Adına “Yeni dünya“ denilen ABD’nin “Rüyalar ülkesi“ne dönüşme serüveninin en kritik momentlerinden birini sunar. 1 Mayıs da tüm bu arka plan üzerinde bir anlam kazanır.

Tüm bu tarihsel okumalara roman karakteri kazandıran ise işçi sınıfı önderlerinden Albert Parsons ve eşi Lucy Parsons’un yaşamlarını, dolayısı ile karakter özelliklerini kurgusunun merkezine oturtmuş olmasıdır. Bunu sadece bir kurgu olarak değil, aynı zamanda Parsons’un günlüklerinden bölümler de koyarak yapması yarı belgesel bir karakter kazanmasına neden olsa da, Parsons’un kalemindeki kıvraklık, zenginlik ve tasvir gücü bu günlüklerin ayrıksı durmasını engelleyip romanın doğal bir parçası haline gelmelerini sağlar.

Parsonslar üzerinden diğer 1 Mayıs kahramanlarına da uzanır roman. Ve onlar da belli başlı karakter özellikleri ile o doğal kurgunun tamamlayan aktörleri olurlar. Roman karakteri formunda sunulan tarihin bu gerçek aktörleri, aynı zamanda bu tarihsel kesitte işçi sınıfı hareketinin politik damarının niteliksel özelliklerini açığa çıkaran bir ayna olurlar. Dünyanın hemen her kıt’asından kopup gelmiş devasa göçmen kitlelerinden oluşan ABD’nin her iki anlamda genç işçi sınıfının o dönemki tüm zayıflık ve güçlülükleri bu hareketin önderi durumundaki bu kahramanlar şahsında ifade kazanır. Yanı sıra o dönem işçi sınıfı hareketine öncülük edecek politik güçlerin Avrupa’daki politik hareketin tüm parçalanmışlığını, tüm lekelerini, tüm zayıflık ve sınırlılıklarını taşıdığını da görürsünüz. Varolan kölece emek sömürüsü koşullarının kendisi bu kesimlerde doğal bir anti kapitalist duruş yaratsa da, başta iktidar sorunu olmak üzere, mücadele biçimleri, hedef ve kullanılan araçlar başta olmak üzere pekçok konuda kaotik bir nitelik arzetmektedir bu hareket. Keza Avrupa’da yaşanan politik sarsıntı, belirsizlik ve arayışlar buraya da aynen yansımaktadır.

Roman kendi içinde birkaç bölümden oluşur. Sermayenin hızla merkezileşmesinin yarattığı toplumsal sonuçlar, bu sonuçlar içerisinde mayalanan işçi sınıfı hareketi, bu hareketin siyasal öncülerinin oluşma süreci ve sancıları, burjuvazinin karşı saldırıları ve daha doğarken önderlik boşluğu, bu önderlik boşluğunu doldurma arayışlarının tüm sakat ve lekeli özellikleri … gibi boyutlari ile bütünlük arzeden bir süreç akışı ile ilerler roman.

“Şimşek kent”e çıkan yollar!
Roman Lucy’nin amcasının kuzey Teksas’taki çiftliğinde başlar (1871). Albert Parsons çiftlikleri dolaşan bir vergi tahsildarıdır. Melez olan Lucy ise amcasının çiftliğini yönetmektedir. Bir gün Parsons’un vergi tahsili için çiftliğe gelmesi ile başlayan tanışıklıkları, politik yakınlıkla da birleşip evlilikle noktalanır. O zamanlar Texas’ta karışık evlilik halen suç sayıldığı için çift bu konuda nispeten rahat olan “Şimşek kent Chicago“ya taşınır.Chicago her tarafından inşaatların yükseldiği dev bir şantiye gibidir. Fabrika bacalarının gökyüzünü dumana kestiği bu kasvetli ve bir o kadar da hareketli kent kapitalizmin o dönemki gelişim düzeyini, sermayenin baş döndürücü bir hızla merkezileşmesinin yarattığı toplumsal sonuçları tüm sarsıcılığı ile birlikte kendisinde toplayan bir prototiptir.

Teknolojik gelişme ile inşaat sektörü başta olmak üzere, pek çok alanda başdöndürücü bir gelişme düzeyi yakalanmıştır. Fakat bu sanayi kentinin, her şeyin yıkılıp yeniden kurulduğu bu devasa şantiyenin işçi yüzünde açlık, yoksulluk, pislik, bakımsızlık, evsizlik… hüküm sürmektedir. Zenginler ise tüm zamanlarda ve ülkelerde olduğu gibi; ”Praire Caddesi’ndeki salonlarında oturup, Michigan Gölü’nden gelen serin esintinin keyfini çıkarırlar”!

İşgününün 14 saat olduğu, ücretlerin karın tokluğuna ancak yettiği, gerçek anlamda kölece koşulların hüküm sürdüğü koşullarda yaşayan işçiler ise tüm o pisliği adeta kanıksamışlardır! Çeşitli Avrupa ülkelerinden ve Amerika kırlarından kopup gelen son derece heterojen (etnik, kültürel… pek çok anlamda) bir bileşime sahip olan devasa işçi kitleleri, henüz yaşadıkları vahşi sömürü koşullarının bilincine varmaktan çok uzaktır. Bir çoğu daha dün küçük toprağını işleyerek ya da atölyesinde küçük zanaat üretimi yaparak yaşarken, başdöndürücü kapitalist gelişme karşısında bu konumlarını kaybedip kendilerini Chicago gibi yeni sanayi merkezlerine atıvermiştir. Henüz yaşadıkları sınıfsal yıkımı ve yeni sınıfsal konumlarını kavrayabilmiş değillerdir. Yazar o dönemki ABD işçi sınıfının bu niteliklerini, Parsonsların anlatımları ile taşır okura. Yaşadıkları işçi mahallesindeki işçi portrelerinin çizilmesi ile de bunu tamamlar.

Krizin soluğu
Parsonsların bu kente yerleşip, bir hayat kurmaya başlamaları ile1872’deki büyük ekonomik kriz çakışır. Philadelphia’da Cooc and Company şirketinin batması ile başlayan kriz, borsaların hızlı çöküşü ile yayılıp genişler. Ve işçi sınıfı varolan kölelik koşullarını arayacak duruma sürüklenir hızla. Dönemin kalifiye işçilerinden olan Albert (Times’te matbaacıdır) bile yarı ücrete çalışmak durumunda kalır. Ki o da dizgideki son gelişmelerin bilgisine sahip olduğu için. Bütün sektörlerde dev çaplı işçi çıkışları verilmiş, ücretler alabildiğine alta çekilmiş, binlerce işçi/ailesi kelimenin gerçek anlamı ile bir gecede evsiz, işsiz ve gıdasız kalıvermişlerdir.

Roman tüm bu sonuçları Albert ve Lucy’nin yaşamlarının yanı sıra (ki Lucy de evde zengin kadınlara dikiş dikmesine rağmen kıt kanaat geçinebilmektedirler), onların komşularının yaşadıklarından, sokağa yansıyan manzaraların daha sonra kendilerini işçi sınıfına adayacak olan bu iki yürekte yarattığı duygu ve etkilenimlerden, yine onların gazetelerden okudukları üzerinden yaptıkları tartışmalardan süzerek yansıtır.

Kısacası canlı diyaloglardan oluşan roman, çarpıcı bir kriz tablosu çizer. Bu tabloya krizin yarattığı çok yönlü toplumsal yıkımın yanı sıra, işçi sınıfının politik öncüsünden yoksunluğu ve politik arayışlarının niteliği de yansır. Bir tarafta kriz dönemlerinin tipik sonuçları; hırsızlık, çeteleşme, ırkçılık, dinin özellikle de hurafelerin yeniden yaygınlaşması, en ağır çalışma koşullarına rıza gösterilmesi, kurulan aşevleri ve gecelik barınaklarda yaşanan onursuzlaşma ve yozlaşma… vs. yaygınlaşır. Bir taraftan da işçi sınıfının örgütlenme arayış ve yönelimleri. Ve bu arayışa yanıt olması gereken politik güçlerin karmakarışık yapıları…

Çeşitli sendikal, siyasal örgütler de o dönem ortaya çıkıp, güç kazanırlar. Fakat bunların ortak bir ekseni falan da yoktur. Bir tarafta dağılmak üzere olan 1.Enternasyonal içindeki farklılıklar (anarşistler-komünistler-Lassalcılar), yine bu anlayışlardan beslenen sendikal örgütler…

Romanda 1. Enternasyonal’in bu yapısına dair ayrıntılı bilgiler yoktur. Komünistlere de fazlaca yer vermez. Asıl olarak anarşist gruplar ve onların arayışlarını merkezine oturtur. Marksizm’den birkaç yerde bahsetmek dışında -ki onlar da belirsiz birkaç cümledir- bahsetmez. Bunda yazarın ideolojik tercihleri belirleyicidir. Yanı sıra Parsonslar gibi sürekli bir arayış içerisinde olan öncü kesimlerin yolları hangi güçlerle çakışmışsa onlara genişçe yer verilmesinin de payı vardır. Belirttiğimiz gibi yer yer,“Patronlar sınıfının karabasanı I.Enternasyonal“ gibi tanımlar kullanılsa da, I. Enternasyonal’in asıl olarak anarşistler bölüğündeki gelişmelere mercek tutulur.

Albert’in Emeğin Şövalyeleri ile tanışması ile okur da ilk olarak bu örgütle tanışmış olur. Emeğin Şövalyeleri’nin nitelikleri bizi ABD işçi sınıfının politik öncülerinin o tarihsel koşullardaki nitelikleri ile buluşturur. Bu örgüt Engels’in tanımı ile; “…Amerikan işçi sınıfının bir bütün olarak yarattığı ilk ulusal örgüttür. Kökenleri, tarihleri, eksiklikleri, küçük saçmalıkları, programları ve temel yasaları ne olursa olsun… Amerikan işçi sınıfının bir ürünü olarak karşımızdalar”. “Bir kişiye verilen zarar, herkesi ilgilendirir“ şiarıyla hareket eden Emeğin Şövalyeleri, tüm geri özelliklerine rağmen diğer örgütlerden farklı olarak ulusal düzeyde, siyah derili, vasıfsız-vasıflı ve kadın işçileri de örgütlemesi ile hızla büyüyen bir örgüt olur.1860’ların başında kurulan bu örgüt, daha sonra 1880’lerin başında hızla genişler. Bu genişlemede hem siyahlara, kadın işçilere ve her meslek dalına yer vermesinin, hem ideolojik olarak dinle barışık olmasının da etkisi ile İrlanda kökenli işçileri toplamasının, hem de özellikle sınıf mücadelesinin zayıf olduğu bölgelerde tamamen illegal temelde örgütlenmesinin payı vardır.

İlk büyük işçi direnişleri
Bu arada 1860’ların sonlarından itibaren baş gösteren küçük grevlerle hareketlenen işçi sınıfı, 1877’de demiryolu hisselerinin düşmesi ile sermaye sahipleri her zaman olduğu gibi kayıplarını karşılamak için emek sömürüsünü derinleştirme yoluna giderler.Boston and Maine, ücretlerde yüzde 10 kesintiye gider. Bu arada da müfettiş ve başkanın ücretlerini arttırır. Bu tavır karşısında;“Parasının çoğunu işsizlere yardımdan çok, içki alehtarlığına harcayan“Lokomotif Makinistleri Birliği gibi gerici bir örgüt bile grev kararı alır. Onların grevi grev kırıcılar üzerinden etkisizleştirilirken (ki buna rağmen aylarca sürer), bu arada Pennsylvania maden işçilerinin grev ve direnişleri patlar. Sermayedarlar ve onların her geçen gün kendisini tahkim eden devletleri madenci işçilerden 10’unu yasadışı örgüt kurmaktan idamla yargılar. Artık bir eylem dalgası başlamıştır. Kısa bir süre içinde de işçi sınıfına daha doğrudan bir politik mesaj vermek için bu 10 maden işçisi idam edilir! Fakat tüm bunlar krizin tetiklediği işçi sınıfı hareketini durduramaz. Hızla gelişip iç içe geçen grev ve direnişler ardı ardına patlar.

Baltimor ve Ohio demiryolu şirketlerinde çalışan işçilerin grevi ile o güne dek görülmemiş çapta bir grev dalgası ile tanışır ABD işçi sınıfı. Demiryolu işçilerinin grevi kriz bahanesi ile ücretlerinde yüzde 10 kesinti yapılması girişimine karşı gelişir. Rayların söküldüğü, lokomotif ve vagonların depolara kilitlendiği bu grev, kısa süredeBatı Virginia, Pennsylvania, New Jersey, Philadelphia’ya da sıçrar. Ülkenin hemen her yerine yayılan demiryolu grevini madencilerin grevi izler. Sonra mavnacılar ve diğer sektörler…

Grevler giderek hemen tüm kent emekçilerinin katıldığı halk hareketlerine dönüşür. Sermaye de hızla kendi gücünü tahkim eder. Fakat emekçilerin öfkesi kimsenin hayal edemeyeceği düzeyde kabına sığmazdır. Yer yer silahlı çatışmalarla, yer yer taş ve sopalarla kıran kırana yürütülen bir sınıf mücadelesi sokak ve caddelere rengini verir. Sayısız işçi kanı, sayısız çocuk kanı ile içiçe geçerek… İşçi sınıfının birikmiş öfkesinin ateşlediği kınına sığmazlık karşısında burjuva medyadan Chicago Tribune, “ Serseri güruhuna karşı el bombası atılması”nı öneriyordu!

“30 bin işsizin iş ve yiyecek peşine düştüğü Chicago” da pimi çekilmiş bir bomba gibidir. Bu sıralarda Albert’in de üyesi olduğu ve kitle çalışması yürüttüğü Emekçiler Partisi bu patlamaya önderlik etmeye çalışır. Fakat hızla gelişen üye tabanına, örgütlediği barışçıl mitinglere rağmen işçi ve mekçilerin birikmiş öfkesi onun barışçıl sınırlarına da aşarak bu kentin sokaklarında patlayan bir bombaya dönüşür. Aklımıza gelen her alanda üretim durur, köprüler yıkılır, depolar ateşe verilir, muhafız birliklerinin vahşi saldırganlığı ile sayısız işçi katledilir. Fakat bu büyük çaplı dalga merkezsiz, birbirinden kopuk ve tamamen kendiliğindendir. Tam da bu nedenle bir süre sonra dağılıp, geriye çekilir. Fakat buna rağmen Albert Parsons’un da belirttiği gibi; “İşçiler hiç olmazsa sayıları çok ve örgütleri güçlü olduğunda neler yapabileceklerini gördüler. Şu anda yer altına geçmek zorunda bırakılmış olsa da, işçiler arasındaki kırgınlık eskisinden daha fazla artık. Yakında mutlaka yeni bir ifade yolu bulacak. Buna eminim.”

Yenilginin geçici sonuçları
Burjuvazinin grevi vahşi bir saldırganlıkla boğması zaten henüz merkezi bir karakter kazanamamış işçi sınıfı hareketini ciddi bir moral bozukluğuna sürükler. Sınıf hareketi geçici bir süreliğine geri çekilir. Bu durgunluk döneminin sınıfa ve onun öncülerine yansımalarını çizerek ilerleyen roman, bu süreçleri Albert’in günlüğünden aktarımlarla son derece canlı bir şekilde yansıtır. Hareketin kabardığı dönemde bunun içinde öncüleşip, sendikalar yaratan liderlerden bazısı durgunlaşma ile birlikte sermaye saflarına iltica ederler!

Bu dönemde pekçok akımı kendisinde toplayan Sosyalist İşçi Partisi vardır. Parsonslar ve diğer roman kahramanları da ona üyedir. Sosyalist İşçi Partisinin temelleri asıl olarak 1877 grevlerinden önce atılmıştır. O grev dalgası içerisinde de mayalanmıştır. Fakat dağılan I. Enternasyonal’in tüm leke ve hastalıklarını yeniden kendisinde toplayarak doğmuştur.

1877 büyük grev dalgası Marx ve Engels tarafından da büyük bir coşku ile karşılanır. Marx o dönemde Engels’e yazdığı mektupta bu büyük grevin ciddi bir işçi partisinin kurulması yolunda bir başlangıç olabileceğine dikkat çeker. Fakat o sürecin ürünü olan Sosyalist İşçi Partisi daha baştan sakat doğmanın tüm sancılarını kendinde toplayan bir parti olur.

1877 grevlerinin bastırılmasından sonra Sosyalist İşçi Partisi’nin ilk icraatı ‘79’da yapılan seçimlere katılmak olur. Tamamen sistem içi, daha adil bölüşüm propagandası üzerinden yükselen seçim çalışmaları işçi sınıfının hayal kırıklıkları ile içiçe geçerek yürür. İyi bir ajitatör olan Albert’in seçim çalışmalarında kullandığı bu sandıkçı jargonla kitlelerde hiçbir elektriklenme yaratamaması ve hatta yuhalanması da bu çalışmalarda olur. İşçi sınıfı yenilmiştir, geriye çekilmiştir ama o büyük grevden önemli dersler çıkardığını da bizzat bu çalışmalara verdiği tepki ile göstermiştir. Daha sonra ise bu temelde gelişen iç tartışmalarla parti giderek içine büzüşüp, dağılmaya başlar.

Koşulların nispeten istikrar kazandığı 1880’in başında işçi toplantılarına katılım alabildiğine zayıflar, işçi gazeteleri daralıp, krize girer ve nispeten istikrar kazanan kapitalist üretim karşısında “Kapitalizmin az biraz onarıldığında iyi bir sistem olduğu” teorileri güç kazanır. Kitleler de kapitalist ekonominin yeniden canlılık kazanması ile iş ve nispeten yüksek (2 dolar kadar) ücrete kavuşunca kendilerine dönerler. İşte bu süreçte SİP daraldıkça, iç çelişki ve ayrılıklar da derinleşip, kopuşla noktalanmaya başlar. Ve 1886’da ise Lassalcılar partiyi tamamen ele geçirirler. Partiden kopan (atılan) radikal anarşistler ise 1883’de kendi enternasyonallerini kurarlar. Artık birleşik ve güçlü işçi sınıfı partisi fikri terkedilir. Siyasal akımlar kendi ideolojik eksenleri üzerinden yükselen bağımsız partiler kurmaya başlarla. Romanda bu bölümler tüm ayrıntılarına girmemekle birlikte yine Albert’in günlükleri, Albert’le Lucy arasındaki yazışmalar üzerinden aktarılır.

Yeniden kriz!
1884 yılında kriz başını yeniden uzatır. Varolan işçi sınıfı örgütleri yeniden güçlenirler. Canlı ve kalabalık tartışma ortamları yeniden geri gelir. Sokaklar evsizlerle, işsizlerle yaniden dolar. İntihar oranları artar. Bir tarafta bu toplumsal yıkım, bir tarafta ise işçi sınıfının yeniden mayalanan mücadele arayışları. Burjuva medya 1877’deki büyük direnişlerin yarattığı kabusun da etkisi ile akıl almaz bir saldırganlıkla saldırır işçi sınıfına; “Paçavralar içindeki bir serseriye verilecek en iyi yemek, kurşunlu olanıdır. Bir serseri sizden ekmek istediğinde üzerine striknin veya arsenik dökün, böylece sizi bir daha rahatsız etmez ve diğerleri de semtinize uğramazlar.” (Chicago Times) gibi gerçek anlamda barbarca çağrılar rutinleşir.

Lucy Parsons!
Burada Lucy’e değinmeden geçmek olmaz. “Tüm emekçilerin acılarını yüreğinde hissettiği için” oldukça “sert” bir karaktere sahip olan Lucy, 1880’lerin başında bir taraftan konfeksiyonda çalışan kadınları örgütlemeye çalışırken (kendisi gibi dikiş dikerek yaşamını sürdüren arkadaşı Lizzie ile birlikte) bir taraftan da o dönemde çıkan Alarm isimli işçi gazetesine yazılar yazmaya başlar. Chicago Times’in yukarıdaki çağrısı üzerine de bir yazı kaleme alır. Bazı bölümlerini aktaracağımız yazı, onun işçi sınıfına adanmış yaşamı ve duruşunun anlaşılması açısından da çarpıcıdır; “1884’ün soğuk kışında siz evsizler ve işsizler soğuktan donmamak için gece sabaha kadar ateşler yaktınız. Ama çoğunuz yine de donarak öldü. Diğerleri kendini Michigan Gölü’ne attılar. Size yalvarıyorum: Acele etmeyin. Kendinizi öldürmeye kararlıysanız, birkaç tane zengini de yanınızda götürün. … Patlayıcı kullanmayı öğrenmelisiniz!”

Lucy kölecilik döneminde (sonrasında da) siyahların tüm acılarına tanık olan, yaşayan bir kadın. Amcasının Teksas’taki o küçük çiftliğinde çalışırken bile bilinci hiçbir zaman oranın sınırlarına sığmaz… Hep başka dünyaların arayışı ve rüyaları ile yaşar. Daha çocukluğunda tüm eşitsizlik ve sömürü biçimlerine karşı bastırılamaz bir iç isyanla şekillenir karakter çizgileri.

Sınıfsal, cinsel, ulusal-etnik her türden sömürü, eşitsizlik ve baskıya karşı şekillenen kişiliği ile aslında yaşadığı çağa ait değildir. Geleceğin sınıfsız-sömürüsüz dünyasının insanıdır. Ve kendisini de bu dünya için ne gerekiyorsa onu yapmaya sınırsızca adamıştır. Kapitalist sistemle hiçbir bağı olmayan özgür bir devrimcidir. Mücadelesinin sınırlarını da bu belirler. Derin bir sınıf kini ve buradan beslenen sınırsız bir adanmışlık…

Komünist değildir Lucy. O karmaşık siyasal atmosfer içerisinde yolları anarşizmle çakışır. Ama tüm özlemleri, mücadele karşısındaki duruşu, en önemlisi de tüm üretim ilişkilerinin değişeceği bir devrim hayali kurması ile asla sistem içi çözüm arayan bir uzlaşmacı da değildir. Eşi Albert’le ilişkilerinde de onun bu net tavrı ile Albert’in daha reformcu, daha uzlaşmacı yaklaşımlarından beslenen sürekli bir devrimci gerilim yaşar. Albert’teki bu eğilimlerle sonuna kadar savaşır. İşçi sınıfının şiddet kullanma hakkını tarihsel bir meşruiyet içerisinde benimserken de, sistemin temellerinden yıkılması gerektiğini savunurken de, kadın emekçilerin hem siyasal örgütlerde daha aktif hale gelmeleri, hem de mücadelenin en ön saflarında yer almaları için çalışma yürütürken de duruşu “sınıfa karşı sınıf”tavrına göredir. Çağının bütün ideolojik karmaşaları içerisinde o bu netliği ile dikkat çeken öncü bir kişiliktir.

1 Mayıs
1885 yılı ekonomik krizle işçi direnişlerinin zirvede olduğu yıldır. Grevler, konuşmalar, yayınlar, gösteri ve yürüyüşler … hepsi birbirini izler. İşçi sınıfında güçlü bir örgütlenme arayışı sözkonusudur. Bu dalga ile girilen 1886’da uzun süredir sessizliğe bırakılan 8 saatlik işgünü hareketi yeniden canlanır. 8 saat mücadelesi konusunda pek çok farklı bakış açısı olsa da “sınıfın birliğini yaratacak” güçlü bir zemin olabileceği konusunda ortaklaşılır. Bu talep etrafında yayılıp, derinleşen işçi sınıfı mücadelesi karşısında Chicago Belediye Başkanı Carter Harrison 1 Mayıs 1886 tarihinden itibaren işçilerin 8 saatten fazla çalışamayacaklarını ilan etti. Bu ilan üzerine ideolojik renkleri ile tüm sendika ve siyasal örgütlenmeler, 8 saatlik işgününe uyulması için gerekli basıncı oluşturmak üzere 1 Mayıs’ta genel grev yapılması konusunda anlaştılar.

“Uzun zamandır beklenen gün bulutsuz ve serindi. Ülkenin dört bir yanında 300 bini aşkın kişi işlerini bırakarak yürüyüş çağrısına uydular. Chicago’da toplanan 80 bin kişi kentin merkezine doğru yürüyüşe geçtiler. Silahlı polisler, Pinkertonlar ve milisler çatılarda yerlerini almışlardı….”

ABD işçi sınıfı bir taraftan örgütlü bir tarzda hareket etmeyi öğrenirken, bir taraftan da henüz sistem karşıtı bir hareket düzlemine sıçramasının çok uzak olduğunu gösteriyordu. 8 saat mücadelesi sırasında yürütülen faaliyetlere de bu bir şekilde yansıyordu. Gelişen hareket içerisinde işçilerin radikal güçleri temsil eden örgütlere değil de, daha çok sendikalara ya da Emeğin Şövalyeleri’ne üye olmaları bu açıdan manidardı.

3 Mayıs’ta McCormic fabrikasında, grevci işçilere vahşice saldırılır. 6 işçinin katledildiği bir çatışma yaşanır. Ünlü emniyet amri Jon Bomfield, bu provokasyondan güç alarak sonraki günler için saldırı gücünü tahkim eder. 4 Mayıs’ta Haymerket Meydanı’nda düzenlenen miting sakin geçer. Bitişine doğru polis birliği ile Bomfield alana gelir. Tam o anda kimin attığı belli olmayan bir bomba her şeyi değiştirir.

Bu provokasyon burjuvazi tarafından ülke çapında bir kampanyaya dönüştürülür. Albert Parsons dışındaki tüm bilinen anarşist işçi önderleri tutuklanıp, hapsedilirler; August Spies, George Engel, Adolph Ficher, Samuel Fielden, Michael Schwab, Oscar Neebe, Louis Lingg. Ve siyasi tarihin en düzmece davası olan Haymarket davası başlamış olur! Dava başladığında aranmakta olan Albert de gelip teslim olur. Arkadaşlarını yalnız bırakmak istemez. Dava süreci boyunca burjuva medya hayasız bir dezenformasyon kampanyası yürütür. Geniş kesimler hedefe çakılan anarşistler şahsında gerici temelde kışkırtılır. Bir zamanlar işçi sınıfı davası için çalışanlar bile bu atmosfere teslim olup, yargılananlar alyhine açıklamalar yapar hale gelirler.

Ölüm olur…
Bu düzmece yargılama ile 11 Kasım 1887’de; Albert Parsons, August Spies, George Engel, Adolph Ficher idam edilir. Yine idam hükmü alan Louis Lingg sermayenin elinden bir ölümü reddettiği için içeri sokturduğu dinamitleri hücresinde patlatarak “intihar” eder.

Cenazeleri alanlara akan 200 bin işçi ve emekçi tarafından kaldırılır. Tüm Chicago yas tutar, tüm Chicago ağlar… Mezar başında bir konuşmacının şu sözleri ise halen bir çağrı olmaya devam ediyor; “Ey Chicago emekçileri, sizler en iyi beş adamınızın öldürülmesine göz yumdunuz. … Ölülerinizi gömmeyi iyi bildiğinizi gösterdiniz… Onları sadakatle sevdiniz. Fakat artık “nefret” zamanı. Bu tabutların başında yemin edin… O boyunduruğu silkip atın… Özgürlüğünüzü elde edin!” Bu çağrı da, idam edilen işçi önderi Spies’in idam sehpasındaki; “Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz seslerimizden daha güçlü olacak!” sözleri de yaşamda karşılıklarını bulacakları güne kadar yankılanacak!

Hiç yorum yok:

Blog Listem

  • MARKS'TAN ÖĞRENİYORUM - MARKS VE LENİN'DEN DİN İLE İLGİLİ DEMEÇLER...Marksa Göre Din ve Yabancılaşma [Erdoğan Ahmet] Marks dinle ilgili sosyal şartların sebep olduğu yabancılaşmad...
    14 yıl önce

DİRENİŞ

DİRENİŞ
AÇLIK GREVİNİN 1.GÜNÜ

Katkıda bulunanlar

TEMİZLİĞE HOŞGELDİNİZ.

"İçinde yaşadığımız şehirler ölümün okullarıdır,çünkü gayri insanidirler.bu şehirlerin herbiri uğultunun ve leş kokusunun kesiştiği kavşaklar halini almıştır.herbiri binalardan oluşan bir kaos olmuştur.bu şehirlerin içine milyonlarcamız yığılarak,yaşama nedenimizi yitirmekteyiz.biz çaresiz,bahtsızlar..."

büyük temizlik başlayacak...
ruhunuzu vitrinlerden kaçırın,özgürleştirin ve temizlenin.
değiştireceğimiz koskoca bir dünya var...
Powered By Blogger

DİRENİŞ

DİRENİŞ
GÜNEŞİMİZ...

YENİ YILDAN BEKLENTİLERİNİZ

Etiketler

İzleyiciler

FİLMLER

  • 15-16 HAZİRAN
  • AMELİE
  • AMERICAN GANGSTER
  • EKMEK VE GÜLLER
  • FIGHT CLUB
  • GERMİNAL
  • JESSE JAMES
  • LEON
  • REZERVUAR KÖPEKLERİ
  • V FOR VENDETTA
  • ÖLÜM GEÇİRMEZ